Ben kıraat eyledim o kitabı ey azizler; siz keyfinize bakınız!
İkindi nemazını cemaat ile edâyı müteakib Şükrü’nün çay ocağında bir teşehhüd mıkdarı oturmaklığım ve bir kısım muhibbânı en son siyâsî ve ictimaî hâdisat hakkında tenvîr buyurmaklığım lüzûmu vukû bulduğunda zemânın nasıl geçtiğini bilemedim; neredeyse vakt-i kerâhat girmiş idi. Fakiyrhâneye doğru mehterân bölüğü kararı ile ağır ağır ilerler iken şu nefiscağızım birdenbire patlıcan kızartması çekiverdi. Şööyle efendim mübarek patlıcanı etli ve uzun dilimler halinde doğradıktan bâde hâlis zeytinyağına yaturup kızartacaksınız. Ardından tercihân koyun yoğurdunu bir tas içinde bir güzelce özeleyip kıvamlandırdıktan ve içine lâakal üç diş taze sarmısak döğdükten sonra kızarmış patlıcan dilimlerini yoğurda yaturup...
Gel gör ki manavda doğru düzgün patlıcan kalmamış; “olurdu olmazdı” diye mübârekleri muayeneden geçirirken manavın çırağı Hasan evlâdım, “Recai emmi, az evvel polise benzer bir adam sizi sual etti” deyicek ister istemez bir mıkdar merak buyurdum. “Acebâ nedür, ne değüldür” diye yol boyunca bizzat kendi şahsımla fikren istintakta bulunarak netiycede fakiyrhâneye vâsıl olucak gördüm ki kapunun üstünde el ayası kutrunda bir kağıt yapıştırılmış. Ezcümle “Recai Bey, bir paketiniz vardır; behemahal fülan adresteki kargo acentamıza teşrifiniz ehemmiyetle mütemennâdur” felân gibi bir şeyler yazayor.
Derâkab emektar köstekliyi çeküben saate baktım ki vakıt ol vakıt değüldür; “sabah ola hayrola” fikriyle ertesi günü beklemeye karar verüb patlıcan tava faaliyetlerine giriştim idi. Efendim mîdenizden yana şekvâcı değil iseniz hararetle tavsiyye ederim ki bu yoğurtlu patlıcan kızartması pek latif bir şeydir. Uzatmayayım, ertesi sabah kargo acantasından mezkûr paketi salimen ve bizzat teslim alarak Konduracı Faruk dostumun dükkânında mazrufuna muttali oldum. Kalınca bir kitap; baktım, “Da Vinci’nin Şifresi” deyû bir roman olsa gerektür; hani şu kaldırımlarda bir paket cigara fiyatına satılan şeylerden biri. “Kimdir bu münasebetsiz, kendimin bizzat öyle avur-zavur şeylerle vakıt telef etmeyeceğini bilmez midir?” diye söylenirken kitabın arasından bir zarf düştü. Faruk da merak ile ense nâhiyemden vaziyeti kolaçan edeyor. Sağolsun kendisiye ayrı-gayrımız, sırrımız-sıtırımız yoktur. Zarfın içinden kısa bir mektub çıktı. Husûsen deyor ki, “Efendim bendeniz min gayri haddim şol kitabın muharriri Dan Bıravun nâm kimesneyim. Elinizde tuttuğunuz kitab son eserim olub her memlekette onbinlerce satulmakta ve kıraat edilmektedir. Yor-yoksul bir ailenin evlâdı değilim fekat bu kitab sâyesinde gayet eyi para da kazanmaktayım. Satılmasına gaayet eyi satılıyor fekat bir takım edebiyat mütehassısları “kaldurum kitabıdır, edebi kiymeti yoktur; on para etmez; böylelerini çok gördük felan” tarzında şevkimi kıran lâflar edeyorlar. Elbette ki çok müteessir olmaktayım. Bu hâl-i infiâlde mahzun ve mükedder iken bir ahbâbım, “Dan’cığım bu işlerin erbâbı, Türkiya’da imrâr-ı vakt iden Recai Bey nâmındaki bir şahıstır ki misline birkaç bin senede ancak tesâdüf olunabilir cinsten bir âdemdür. Aikido döğüş sanatından dülgerliğe, musikişinaslıktan seyyahlığa, ince poletikadan kurûn-ı vustâ tarihine, şifâlı nebâtattan vebmastırlığa kadar bilmediği ve aklının ermediği bir hırfet ve fünûn yoktur. Senin eserinde edebî bir kıymet olup olmadığını bilse bilse Recai bey bilir; binaenaleyh derhal kendisine bir kitap takdiym ederek nice yüz suyu döküben fikrini alsan gerektür” deyicek “İsteyenin bir yüzü vermeyen Arap” mülahazası ile yüzüme karalar çalub dergâhınıza yüz sürmeye cür’et eyledim. Cevabınızı an karîb’üz zeman, Sivas’da neşrolunmakta olan Sühan nâm edebiyat mecmuasının son sahifelerindeki hâzık mekaalenizden okumak taliine irişür isem bahtiyarlığıma pâyân olmaz. Bu vesile ile mecmuanın değnekçibaşısı Hüseyin Kaya Bey biladerime mahsus selâm ile şol fakiyri dahi mecmuaya abone kaydetmesini ehemmiyetle isterham eylerim. Muradım budur; ol bâbda emr ü fermân hazret-i men lehül emrindir. İmza; Kulunuz Dan Bıravun”
Evvelemirde mes’eleye fiziki nokta-i nazardan bir sarahat kazandırmak saikiyle Faruğa kitabı uzatup, “hele bir tart bakayım kaç gıram çekeyor” dedim; Faruk, çivi tarttığı pasaklı terazinin bir kefesine kitabı diygerine gramları attıktan bâde, “Neredeyse yarım kilo geliyor, fena bir esere benzemeyor” fikrinde bulundu. Bu fikir benim dahi şahsan ve bizzat hoşuma gidüben şol eserini ince bir nazarla tedkike karar buyurdum idi. İşbu mekaale-i müfîdem bu mes’ele hakkındadır bilesiz!
Yahu Dan Bıravun imiş; kimdir, neyin nesidir tanımam bilmem velâkin mektubundan belli olayor ki en azından terbiyeli bir insan evlâdıdır ve usûl erkândan haberdardır. İmdi kendisine cevâben, “Evlâdım ben şahsan bizzat Kelâm-ı kadim, Hazreti Yunis divânı ve Cevdet Tarihi’nden maada kitab okumaklığı aylâklık, hatta serserilik addederim; senin kitabına gelinceye kadar gün akşam olur evlâdım” disem ayıb olacak felân fıstık deyû tereddüd ider iken Faruk, “Aman be Recai Bey, okuyuver gitsin, taş atub da kolun mu yorulacak?” şeklinde bir fikir izhar edince esasen kızmam iycab iderken mülayim tarafıma rastgeldi de kitabı oracıkta ayaküstü kıraat edüb bitiriverdim idi.
Temam kabul edeyorum; herif gayrimüslimdir felan fekat gaayet akıcı bir tarz tutturmuştur ve âdeta bir filim senariyosu gibi insanı merak içinde bırakan bir âhenk üzre kalem işletmüştür; hezar bıravo, kendisini alenen tebriyk ederim.
Efendim hülâsa edeyim. Paris’te birileri cinayete kurban gedeyor; işi gücü hurufilik ve emsâli cifir işleri ile oğraşmaktan ibaret bir muharrir olan esas oğlan bu işlere bulaşıyor. Netiycede kaatiller bulunayor. Bu kadar basit fekat kitapta bir başka mesele vardır ki o mühim. Muharririn kırk dereden şahit getürerek kitabına “fikr-i müdîr” kıldığı hususa nazaran Hazreti İsa aleyhisselam, şahsan bizzat benim gibi mücerret, yani bekâr bir âdem olmayup bilakis vaktiyle bir duhter-i pâkize ile tezevvüç eylemiş bir Allah’ın kulu imiş. Yahudiler tarafından iftiraya uğrayıp netiycede Kelâm-ı Kadimimizin buyurduğu üzre ref’ olunduğu vakıt dahi ol zevcesi Hazreti İsâ’dan hâmile bulunmakta imiş ve bu sırrı bilahire Hiristiyan Kilisesini tesis eden Pol ve avanesi, sair âvâm takımından gizleyüb, “Ne münasebettir, o bekâr idi ve soyu sülbü yoktur ve her şey bizim muharref İncillere kendi elcağızlarımızla bizzat yazdığımız gibi cereyan etmiştir; binaenaleyh o hem baba, hem oğul ve hem dahi Ruh’ül Kuds’tür” meâlinde iddiaları bugüne kadar câri kılmışlar.
Ey kaari-i güzîn; aklınız karışmış olabilür; en eyisi iyzah edeyim. Bu Dan Bıravun’un ileri sürdüğü şeyler, bu noktaya kadar Hazreti İsâ aleyhisselâm hakkında Kelâm-ı Kadimimizin işaret buyurduğu mâlumatla temamen tetabuk halindedir. Yani Hazreti İsâ Allah’ın bir kuludur ve onun yegâne hususiyeti, Allah’ın emir buyurduklarını kendi ümmetine ve dolayısıyla bütün beşere tebliğden ibarettir. Tabii bu rivayet Hiristiyan Kilisesi’nin şöyle böyle ikibin senedir üzerinde durduğu temel esasları yerle bir edeyor ve bütün Hiristiyan karındaşlarımızı da tevhid hattında (Sırat-ı müstakim) üzre bulunmalarını emredeyor.
Gördünüz mü ey azizler; romanı fülan boşveriniz bu mesele mühimdir. Haa, Hiristiyanlar bu ehemmiyetli iykazı lâyıkınca ciddiye alırlar almazlar, onların bileceği iştir lakin alırlar ise çok eyi olur; insanoğlu netiyce itibariyle “esatir-i evvelîn”e pek merbûttur; kolay kolay istikaametini değiştirmez fekat hak haktır ve mutlaka bir yerlerden zuhûr eder; görüp farkedene, farkedip ittibâ edene ne mutlu vesselâm.
Aziz Dan Bıravun biladerim; eline sağlık; eserinizin evsâfında polisiye romanı çoktur fekat sizinki, yokarıda işaret buyurduğum hususlar itibariyle onlardan ayrı bir yerde duruyor; aferin! Kezâ abone kaydınız da yapılmış olup bedelini usûlü muktezâsınca mecmuanın banka hesabına havale etmenizi alenen ihtar eyleriz.
Ey kaariî, “Recai Bey hakkında koca bir mekaale döşenmiş” deyu merak edip tuğla kalınlığındaki kitabı kıraata kalkışmayınız; ben o işi gördüm ve bilmeniz lâzım geleni işte şuracığa derc ettim idi. Agâh olunuz ve üstünüze vaziyfe olmayan işlere bulaşmayınızdır bakayım.