2 min read

Daktiloya Fâtiha!

Bir kaç hafta evveli itibariyle âhir zemâne erişmiş bulunduğumuza dair müessif bir haber almış bulunduğumu bilmeniz eyi olacaktır ey aziz dâvâ ve silah arkadaşlarım benim. “Nereden iycab etti Recai Bey?” deyeceksiniz? “Onca nefesi kuvvetli, ilmi derin, nüfûz-ı nazar sahibi âlime kıran girdi de âhir zemâne geldiğimizi iylân etmek size mi kaldı?” deyû taaccübe düşmenize şimdilik müsaade edeyorum.

Evet, bu vaziyfe üzerime şahsan terettüp etmektedir, siz bu esnada sakın paniğe oğrayıp kendinizi balkondan, pencereden atmaya kalkışmayınız ey azizler (Birinci katta oturanar içün mahzur yoktur!) İmdi can kulağı ile dinleyüb ibret alınız netekim...

Şöyle ki, bilcümle arz üzerinde hâlen ancak kahramanlara mümâsil bir şevk u azimle daktilo imâline devam eden son fabrika, geçtiğim hafta iytibariyle faaliyete nihayet verüb kepeng kapatarak paydos düdüğü öttürmüş bulunuyor. Bu fabrika Hindistan’da imiş ve artık kimselerin daktiyo almadığını görünce, bu işi bırakub buzdolabı imaline geçmişler. Rezalet efendiler, resmen iskandal fekat şu işe bakınız ki, aziz Türkiyamız’da daktilo fabrikası yoktu ki, kapatmak mecburiyetinde kalmış olalım idi. Hicrandır.

“Bu mudur âhir zeman alâmeti” deyorsunuz?

Budur efendiler, budur... zirâ, daktilo cihazı, bir asrı mütecaviz zeman itibariyle bütün cihan çapında insanların fikriyâtını kayıt altına alma ameliyesinde birinci derecede iş görmüş olub beşeriyetin en hayırhah icatlarından biri, belki ilki idi. Daktilo devrinin sona ermesiyle beraber, fikirlerin yazıya inkılâb etmesinde mekanik safha nihayete erdi.

Yazık, pek yazık! Fevkalâde müteessir ve bedbînim efendiler. Hani vâriyet sahibi, zengin biri olaydım, sırf inad veya şahsi zevkım içün bir daktilo fabrikası açıp muhiblerime birer adet hediye eder idim.

Dünyanın çehresi değişirken bakayorum sizler, hâlâ oyunda oynaşta, mütegaafil bir vaziyette eğleşip durmaktasınız. Hezar teessüf efendiler, hezâr teessüf!

“Aa, bunda eseflenecek ne var ayol, daktilo tarih oldu ise biz de bilgisayar, o da olmadı kağıt kaleme müracaat ederiz” demeyiniz aziz kaarîlerim; demeyiniz, zirâ bizler necîb Türk milleti olarak bunca zamanı evvelâ kağıt-kalem, bilahire daktilo mârifetiyle tahrire lâyık doğru-dürüst bir şey bulamadan israf etmişizdir ve hâlimiz, “Tıskaya muska neylesin” vecîzesinde olduğu gibidir. Bizde tahrire mecâl ve iştiha yok iken ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa ne faide efendiler?

Netekim işte bakınız, sizler şifâ bulasınız, beşeriyet bu imkândan mahrum kalmasın deyu işbu satırları, bakkaldan iştirâ etdiğim kurşun kalem ile mektep defterine tahrir etmekteyim efendiler. Vaktiyle moderen zemanlar harikası olarak tebcil olunan emekdar daktilo makinam ise üzerindeki pamuklu kılıflı ile raftaki yerinde mahzûn bekleyerek benden istimdâd edeyor. Vakıa bu kıymetdar mekaalemi emekdarım Erika ile yazsam eyi idi lakin mükerekkipli şeridi bitmesun deyi te’hir ettim; daha ne kadar te’hir olur bilmem. Şeridi olmazsa makina n’etsin?

Daktilo, bir sürü zararlı, lüzumsuz hatta ölümcül âlet iycad eden mucidlerin sevab defterine yazılacak belki en şâyeste şey idi; kadrini bilemedik. Bizi daktilonun yokluğu değil, kadr ü kıymet bilmeyişimiz âhir zemana bir adım daha yaklaştırmıştır vesselâm.

Tiz boy abdesti alıp, tevbe istiğfara durunuz; benden söylemesi...