Evropa birliğine girmeyoruz arkadaşlar; zira kim...
İmdi üstüne vazife olsun olmasın herkes merak edeyor, “oh Recai Bey aceba siz bizzat Evropa Birliği mes’elesinde muvafık mısınız muhalif mi?” Eh, şahsan ben de olsam, bizzat kendim gibi mühim bir şahsiyyetin müttehid Evropa gibi mühim bir meselede nasıl bir etvâre büründüğünü merak eder idim.
Aziz muhiblerim, bizler ki hamdolsun devlet-i cumhuriyyemizle müftehir olmağıla müştehirizdir; tecribesizlikten mütevellid olsa gerektir; vakıa ara sıra lüzumsuz işlere tevessül ettikleri de olmayor değil fekat nüfus tezkiremizin üzerine nakşolunmuş bulunan ayyıldız ile hukukumuz ve meyânımız eyidir; hal böyle velâkin cismen cumhuriyete merbut isek de rûhen evlâd-ı Osmaniyân ile beraberiz. Anınçün bize bir kısım düvel-i Evropa’nın kendi aralarında evcilik oynamalarına taşradan müdahele eyleyüb “ne olur bizi de oyuna dâhil eylenüz” deyû yalvar-yakar olmak yaraşmaz.
Biz Türküz ayol elhamdülillah!
Ne demek Türk? Efendim arzedeyim zira bu mesele hayli zemandır gıllıgışlı bir hâl aldı; necib milletimizin bir aksâmı, “ne demek Türk, biz Türk değiliz, Ekrâddanız; bizi böyle tesmiye eylenüz” şeklinde ihtirâzî kayıt ve şerhlerde bulunayorlar. Temam, anlayışla karşılayoruz, devir değişmiştir felan fülan lâkin müsaade buyrunuz ben şahsan bizzat kendim olarak “Türk ne demektir” lâfını bir tâ’rif edeyim de ondan bâ’de isteyen yine bildiğini okumakta devam etsindir!
Efendim Türk demek, gâvura kafa tutan demektir vesselâm. Son derece mahzun ve müteessirim ki bu dört başı bayındır târifin müellifi bizzat ben kendim olmayub “Husûsizâde İsmet Bey” diye tesmiye olunan bir şaire ait imiş. Hayır yine esef etmez idim lâkin bir şairin böyle esaslı, mânidar, muhkem ve mu’ciz bir tâ’rifde bulunmak basiyretini ibrâz eylemesi, şahsan nice bir yıllardan beri tekâmülüne sâ’y ü gayret bezleylediğim, “şaire kız verilmez; şuârânın şehâdeti kabul olunmaz” misûllu o caanım müteârifemi yerle bir etmiş bulunayor.
Tedkik ve tahkik ettirdim; adamcağız şair; bu kat’i; kimseler görmeden el altından bir kısım eş’arına baktım, eh fena da sayılaz hani. Vakıa benim aziz kaarîlerim bilürler kim bizzat benim indimde şiir demek Divân şiiri demekdür; şair ise binnetice Divân şairi olmağıla elyevm nefes alub vermekte bulunan bir âdem evlâdının “şair” sufatını iktisâb eyleyebilmesi nazarî nokta-i nazardan fevkalhad imkânsız bir vaziyettir. Hani deryâdaki mâhiler kavağa çıkmış olsa neyse idi!
Teessürle teslim edeyorum ki, “Türk demek gâvura kafa tutan” demektir hikmeti, mealesef bir şaire ait bulunayor. Zaten bu şairleri tekin bulmamaklığımın esbâbı da buradan neş’et edeyor; siz bilmezsiniz ey azizler, ben bilürüm; bu şuârâ takımı, ağzından çıkanı kulağı eşitmez kaafilesinden bir garib mahlûklardır kim, ekseriye söyledikleri şeyleri anlamaz ve bilmezler. Efendim şöyle izah buyurayım ki fehm olunsun. Faraza bir radiyo cihazı tasavvur ediniz. Bu radiyo cihazı kendi başına şarkı türkü söylemekten âcizdir fekat kulağını bükücek derâkab bir şarkı veya türküyü terennüm etmeye, veyahut acans haberlerini kıraate başlar. İmdi o şarkıyı okuyan, acansı veren radiyo cihazı mıdır? Hâşâ! Şuara takımı da kaahir ekseriyetle radiyoya benzerler; ara sıra mühim şeyler söyledikleri de olmaz değildir fekat söyledikleri şey ile kendüleri meyânında mânidar bir illiyet yokdürür.
İmdi ben şoracığa böyle böyle tahrir ettim diye bir kısım kesân kendünce hevâlara bürünüb, “ben dahi, ilham tarikiyle fezânın uzak mevkiilerinden gaib sinyalleri cezbedüb şu fenâ âlemine dürr ü güher gibi saçıp duran bir şairim bizzat” deyû tafralanmasındır. Çok kızarım; az evvel iykaz buyruldu idi kim şairin en eyisi, esâsen toprağın altında çoktan rahmet-i Rahmân’a intikal etmiş az sayıdaki âdemlerdür. Lâkin, bizzat kendüm çok hamiyyetperver ve hakşinas bir şahsiyat olduğumdan nâşi ihtirâzen şoracığa kaydediyorum; “ola ki âmânın attığı taş hedefe değer; ola ki deryâdaki mâhiler kavağa çıkmış bulunur; ola ki yeni bir şakk’ül kamer mûcizesi vukû bulur da şairin biri sehven dahi olsa isâbetli bir lâf sarfına muvaffak olabilür! Alem-i imkândır bu azizler; olmaz olmaz!
Pekâlâ, imdi mâ nahn ü fîhimize avdet edelim; eğer kim Türk demek gâvura kafa tutan demek idiyse ki öyledir; öyleyse vaktiyle küffâra bırakın kafa tutmayı, kılıç, pala, gürz, teber ve sair emsâli âlât-ı cerh ve tâ’dil ile dünyayı dar eden kavim kim idi?
Kim olacak ayol; biz idik elbette Rabbime şükür!
Biz idik ve o esnâda, Etrâk nedür, Ekrâd nedür, Arnavud, Çerâkis, Lâz, Boşnak nedür deyû bir mes’ele yok idi. Biz bu Türk sufatını hamdülillah, gâvuru koç gibi tepeleyerek ihrâz eyledük; lugâtlerin dallarını kırarak kendümüzü tesmiye eylemedük. Türk dediler, Türk olduk. Türk olmak içün mezarları feth-i kabir ile açub ecdâdın kafa kemiklerini pergel vü gönye ile ölçmeye hâcet görmedük; soy dâvâsı gütmedük, aşiyret asabiyyesine iltifat etmedük; sebeb-i fahrimizdir.
Anınçün mefhumun muhalifinden hareketle kim ki, “ben gâvura kafa tutan takımından değilim” der ise, buyursun, biz kendülerini Türklükten affetmişizdir; istedükleri sufatı tesmiye edebilirler; müsaade eyledik gitti. Bu âlemde gâvura kafa tutan tek bir ferd-i vâhid dahi olsa biz de onu Türk deyû tesmiye eder, karındaş bilürüz vesselâm.
İmdi bu müttehid Evropa’ya dâhil olalım mı olmayalım mı mes’elesine kat’i noktayı vazediyorum ey gaaziler! Bırakınız garipleri yoğurtlarını yesinlerdir. Bizim başka işlerimiz var; biz o işlere bakalım binaenaleyh!
Lâkin yine de kafama takıldı; Bu lâfı bir şair sarfetmiş olamaz; acebâ müşârünileyh, başından kırk tas su dökünüp de “Tevbe ya Rab hatâ râhına gittüklerime / Bilüb etdüklerime, bilmeyüb etdüklerime” deyûben şairlik sufatından istihlâsa azm ü yemin eylemiş olmasındır?