Mazi kimin kalbinde bir yaredir aceba?
"Dostluk alışverişte belli olur" diye eski bir tabir vardır, imdi ben şahsen bu güzel söze bir müteradıf ilave etmek istiyorum: "Hakiki centilmenlik, marazada belli olur"; niycun diye sual edersen ey kaarı, netekim bakınız Sezai Bey biladerim geçen hafta ali al moru mor, öfkeden dökülen asabiyeti ile kaleme çöküp bizzat benim askerlik günlerime dair olmadık imal-ı fikr ile imalarda bulunmuş; doğrudur-eğridir demiyorum ey azizler; o fasıl başkaca bir iş. Lakin bazıları zannettiydi ki bu Sezai Bey bir haza İstanbul efendisidir; nazik, kibar, mahviyetkar, müeddeb, mahçub, centilmen, san'atsinas bir İstanbul beyefendisi! Filvaki geçen hafta Beşir Bey evladımıza gönderdiği mektup, üslup itibariyle bir "çelebi"den ziyade "tulumbacı" takımına yaraşır bir kalıtada idi. Okudukta derinden derine teemmüle daldım ki, "aceba bu kolalı gömlek ve ipek giravatlı zahirin altına eğleşmekte olan had-na-şinas ruh, vaktile tulumbacı kahvelerinde çıraklıkla geçen bir fasl-i hayatın sahile vurması mıdır?"
Evvelki hafta size naklettiğim o mahut hadise Sezai Bey'in sinirlerini laçka etmiş olmalı; hani, mektebe giderken üst sınıflardaki kabadayı çocuklar bunun muntazaman cep harçlığını söğüşledikten ba'de üstüne bir de "Akşam oldu yine bastı kaareler / Gitme yavrum gitme seni arslan paareler" türküsünü okuttururlarmış da bizim Sezai Çelebi'miz gözlerinden sicim gibi yaşlar akıtaraktan (ve üstelik hazırol makamında sıkıca iki yanına yapıştırdığı elleriyle kısa pantolonun dikiş hattında usul i'ka ederekten) icra-yı san'at eylermiş ya; işte ondan bahsediyorum. Bakınız aradan laakal 50-60 sene geçmiş fekat ben bu işi duyduğumda pek üzülmüştüm. Be bilader hadi çocuğun cep harçlığını gaspettiniz fekat üzerine (zalim bir keyif sevk-i tabiisi ile) şarkı okutmak neyin nesi oluyor canım?
Bakınız ey yarenler vaktiyle bir ecnebi filiminde esaslı bir laf duymuş idim; bilirsiniz bu ecnebi filimlerin senaryolarını yazan adamlar fevkalade tecrübeli, arif ve lisanlarına bilhakkin vakıf ademlerdir; en basit gibi görünen replikleri bile kaleme alırken kılı kırk yararlar da işbu muhavereler bize sanki o esnada sarfedilmiş gibi tabii görünür. Her ne hal ise, bu adamlar hikayenin münasip yerlerine, umumiyetle diramatik tansiyonun evc-i bala haddine vasıl olduğu sahnelerde artistlere mühim laflar söyletirler ki esasen filimin bütün anafikrini bu laflar teşkil eder. Netekim o filimde herifin biri diyordu ki, "Bütün insanlar ölür fekat bazıları hiç yaşamaz bile." Dikkat buyruldu mu; usturadan keskin bir mana, okkadan ağır bir laf, külfetsiz bir söyleyiş.. ne ararsan var yani. Şimdi ne demeye getiriyor herif, kulak kesiliniz: Diyor ki ezcümle, "cesurlar bir defa fevt olur fekat ödlekler taksit taksit can çekişirler."
Aceba Sezai Bey, bu mektepli haydutlara vaktile, "vermiyorum bire, sıkıysa gelin de alın" diyerekten efelense idi, çok çok birkaç defa dayak yer lakin neticede gasıplara söğüşlenmekten kurtulur, belki de Münir Nurettin Bey gibi yirminci asrımızın en güzide hanendelerinden biri olurdu. Şimdi diyeceksiniz ki, "aşkolsun Recai Bey, mektepte erazil tayfasına rüşvet vermekle hanende olmak arasında ne gibi bir elaka bulunabilir netekim?" Yahu biraz sabredin bre yarenler! Makalenin tabii seyrine müdahele etmeyiniz; elbette anlatacağım lakin bu kadar tezcanlı olmanızı doğru bulmuyorum. Bahusus bu işe kızdım fekat birkaç acul kaarıme kızdım diye makaleyi yarım bırakamam.
Efendim benim nokta-i nazarımca eğer vaktile Sezai Bey'imiz biraz dayak yemek bahasına reculiyet ibraz edub dirense idi, bugün en azından kendi halinde bir hanende olarak işbat-ı marifet eyleyebilirdi. Niycun der iseniz, imdi adamcağız ne vakit faraza kendi kendine şarkı terennüm etmeğe kalksa, aklına o mes'um hatıra geliverir, söylediğine de söyleyeceğine de peşiman olur. Tabii musarunileyhin musiki bahrinde ne derece kaabiliyet sahibi olduğunu bilmiyorum fekat bu elim hatıranın bir insanın istikbalini pekala karartabileceğini böylelikle ibret hanesine kaydetmiş olduk. Şimdi adamcağız bu isiayan ettik diye bütün çelebi etvarını terk edub bize bodoslamadan hücuma yelteniyor. Anlayışla karşılıyorum. En azından Sezai Bey'in hiç de göründüğü gibi kuşkonmaz neviinden latif'ül mizaç, iyi huylu ve fıtraten haluk bir kimesne olmadığını böylece tebellur etmiş oldu. Ben zaten biliyor idim fekat Zeman okuyucuları da böylelikle meseleyeağ ah olmuş bulunuyor.
Esasen ey azizler ben bu Sezai Bey hakkında son vakitlarda ufak bir istifsarda bulundum; netice itibariyle adamcağıza karşı bende bir merhamet hasıl oldu; tabii bu malumatı edindikten sonra musarunileyhin bizzat benim şahsıma karşı nıycun böyle tecavüzkar bir halete büründüğünü anlayabiliyorum; imdi, Sezai Bey'in mazisine dair -bende mahfuz bulunan- bir kısım malumatı süracığa derc itsem ciğeriniz pare pare olur da, "vah vah, bu adamcağızın başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiş; hanelerden ırak ya Rabbi, halimize çok şükür" diyerekten tahtalara vurup şükrancalık secdelerine kapanursunuz. Aslına bakarsanız ey kaarilerim Sezai Bey'in mazide ne gibi "talihsizliklere" duçar olduğunun ipuçları, geçen hafta yazdığı asabı mektubundan belli idi. Vakta ben biliyorum lakin yazmam; bu kabil şeyleri süracığa yazmak, rahmetli Necib Fazıl Bey'in tabirile topun namlusuna konmuş bir sineği ürkütmek için, bir gülle israf etmek manasına gelir ki atılan taş ürkütülen kurbağayı değmez. Velakın bilirim ki sizler pek merakı bir tabiate sahipsiniz; ille de işin derununa vakıf olmak istersiniz; bu defa yağma yok ey azizler. İmdi sabretmek vaktidir; eğer musarunileyh, edeb libaşına bürünüp badema, "Recai Bey aynalara savlet ediyor, kendini böyük görüyor" felan gibi kuşak altı hamlelerde bulunmaz ise, ben de bildiğim "bazı" şeyleri elbette duymazdan gelmeyi bilirim.
Lakin bakınız şu anda mezkur şahsın, "vaay, ne demek olsunmuş, çığ yemedim ki karnım ağrısın; bu Recai Bey, matbuat vassitasıyla alenen bana şantaja kasdeyliyor" diyerekten hop oturup hop kalktığını görür gibiyim bizzat; hatta bu biladerimiz belki kendi kendini galeyane getiruben, "açıkla bire, ne bilir de süracığa yazmaz isen hatırım kalır" diye efeliklere de tevessül ediyordur. Cevaben derim ki; "sakın ol Sezai Bey, hemen infiale kapılma; öfkeyle kalkan zararla oturur. Hele bir yol öfkeni teskin eyle, heleçanını yatıştır; kendine bol köpüklü bir kahve ısmarla; hala sakinleşemedi isen içinden bir katrilyona kadar say; yine de öfkeli isen yere uzan; bilahire ıyice düşün. Yine de kararında müşirr isen, elbette gereğini ifa ederim."
Vakıa benim bu gibi şahsiyatla alakalı münakaşaları pehlivan tefrikası gibi uzatmaktan hazetmediğimi, kıdemli kaarilerim pek iyi bilirler; netekim buyrunuz iyi mi olmuştur? Melmekette bizzat benim tarafımdan izah olunması lazım gelen onca mesail-i mühimme-i siyasiyye durur iken bir Sezai içün bunca israf-i kelamda bulunmaklığım, melmeket namına vahim bir kayıp değil midir? Bana göre Sezai Bey, bizzat ve şahsen benim gibi fikri mesaisi keşif bir muharrirle uğraşacağına mesela, çok daha başka "mühim" davalarla elakadar olsa ne iyi olur? Mesela buyrunuz netekim: Armağan Bey evladımızla aziz refikim İrfan Bey meyanında bir mahi mütecaviz bir vakittan beridir bir "postacı" muhabbetidir sürüp gitmekte; yok o tilefon etmişmiş de, beriki evde yok imiş; yok esasen berikinin tilefonu yok imiş de -ötekinin ifadesine binaen söylüyorum- tilefonu yok idiyse bu kiminle konuşmuş imiş felan. Şahşan bu mes'eleyi bizzat ben dahi ehemmiyetle takib eyliyor ve bu esnada "fevkalhad" ibretler alıyorum aziz kaarilerim. Bu, tam Sezailik bir pehlivan tefrikası. Ben şahşan Sezai Bey'in yerinde olsam derakab Beşir Bey evladımıza bir mektup döşenip, "Yahu bu bilader, bunca zamandır Armağan Bey, yanaşık düzen taliminde olduğu gibi alçak sürünme ile İrfan Bey'in hanesine erişmek murad ıtse idi, kırk defa muvaffak olurdu. İşbu moderin münakalat devrinde Dersaadet'in bir semtinden diğerine bir küçük kitap paketi irşal etmek, ne vakittan beri intellectual bir piroblem oldu da haberimiz yoktur" diye ta'n eylerdim. Hayır, vaktim olsa şu işe bizzat ben müdahil olacağım fekat, sair "ehemmiyetsiz" işlerden fürsat mı kalıyor bilader?
Ey azizler, ben bu makaleyi saymıyorum; bakınız netekim yine şahsiyyat ile yerimizi doldurduk; mühim işlere işarette bulunamadık. Gelecek hafta inşaallah "daha yüksek şeyler" terennüm ederiz.