Tali'i yar olanın yari bakar yaresine netekim
"Men ellefe fekad istahlef"
(Te'lif eden halef bırakır)
Bilmiyorum vaktiyle bu sütunlarda "Ben kaarinin zeki, çevik, fatin ve ehl-i dil olanını severim" mealinde bir şeyler söylemiş mi idim; söylememiş olsam da fark etmiyor zira sedirin köşesindeki sırt yastığının arkasına istiflediğim kaari mektupları, Türk matbuatında "muharrir-kaari" münasebatında yeni bir safhanın açıldığını tebşir eyliyor. Meraklılarına hafiyyen istihbar ederim ki bu münasebatımız daha şimdiden bir "ihtisas" kalitasına vasıl olmuş bulunmaktadır. Buracıkta diğer muharrir refiyklerimin de aynı seadetle mesrur olmalarını niyaz eylerim; amin!
Bakınız bir kaarim şu meşhur Susurluk raporuna dair nasıl bir ince tafsilata dikkat edebilmiş; ibrettir netekim buyrunuz, mealen diyor ki, "aziz üstadım, raporun muhteviyatı üzerine fikir yürütmek hadnaşinaslığını göstermekten haya ederim lakin ben bu metinde güzel Türkçemizin imlasına itaatkar neredeyse bir cümle bile bulamadım. Aceba nasıl oluyor: Devletin en akıl, müdebbir, uçan kuştan hile sezmekte mahir bir başmüfettişinin kaleminden çıkan bir rapor, Türkçe nokta-i nazarından satır satır dökülüyor? Devlet-i fahimanemizde iki çift lafı fahiş bir imla cinayetine kurban vermeden bir araya getirecek adem kalmamış mıdır?" İşte buyrunuz ey azizler, bunu ben yazmıyorum, sıradan bir kaarimin mektubu bu. Şimdi niçün kaarilerimle münasebatımın "ihtisas" kalitası serdeddiği anlaşılmış mıdır? Temenni ederim ki kaarimin işaret ettiği hususa İskender Bey biladerim bir makalesini tahsis ederek gereken tahlili vukuf ile yapacaktır.
Bir diğer kaarim ise bakınız memleketin maarifini nasıl sahiplenmekte; muganniyeliği kendinden menkul bir artist-i şehirin, takriben dokuz aydan beridir "doğurdu-doğuracak" niye elaleme kendini maskara ettiği malum. Bu bigünah yavru geçenlerde dünyaya geldiğinde, babaannesi olacak hanım, sabi'nin göbeğinden düşen et parçasını Amerika'ya gönderip Harward Üniversitesi'nin bahçesine gömdürecekmiş ki torunu büyüdüğü zaman gitsin Harward'larda okusun da feyiz alsın. Kaarim diyor ki, "ben bu memleketin Maarif Nazırı olsam derhal istifa ederdim; eğer bu memleketin mektepleri hala Harward'lara Oxford'lara erişmemiş ise bu vaziyet bütün maarif camiası namına züldür. Bu ne garip bir memlekettir ki dışarda okumayanı, bademciğini, apandisitini frengistanlarda aldırmayanları, dış mihraklardan siyasi akıllar edinmeyenleri ademden saymazlar. Öyle ise cümleten bu memleketin kapılarına kilit vurup, hurde tankerlere doluşaraktan biz de İtalya'ya hicret edelim" demekte; şahsan haksız mı bil'akis?
Yani diyeceğim ki, şu benim kaarilerimden rastgele yirmi küsürünü bir araya getirip "sizi heyet-i vükelaya tayin ettik" deseler, bugünkülerle mukayesesi muhal derecede muvaffak olurlar. İçlerinden hangisini müsteşar, profesür, danışman yapsak vazifelerinin hakkını temam ederler. Meclis'i sırf benim kaarilerimden teşekkül ettirsek kafidir; işte izaha çalıştığım keyfiyet budur ey azizler. Vakıa benim diğer muharrirlere nazaran en büyük faikiyyetim, kaarilerimin daima yüksek fetanete sahip, akıl ve müdebbir bir kitle teşkil etmesidir. Böyle muhibbanı olanın sırtı yere gelir mi ey azizler?
İşte yastık arkasından rastgele çektiğim bir mektup daha; yalınız bu mektubun mealine duhul için bazı izahlarda bulunmak lazım. Tabiiy farkında değilim; geçenlerde bizim Ayvazzade Beşir Bey refikimiz, kendisine tahsis olunan kuşede Üsküdarlı Sezai namında bir okurunun mektubunu neşretmiş. Bilahire geçen haftanın gazataları arasında bulup okudum; tam bir hezeyan numunesi! Öfkelenmek yerine merhametim galebe etti; bunlar ne de olsa memleket evladı. Belli ki doğru-dürüst maarif ve irfan meclislerinde bulunmamışlar, fikri gıdaları eksik kalmış. İçim sızladı, kendime dedim ki, "Ey Recai bu hezeyana muhatap kalışında elbette senin de dahlin vardır; bu memleketin arifi ile herkes iftihar eder, sahiplenir pekiy cahilinden kim mes'uldür? Elbette ki biz mes'ulüz. İşte o nazarla içim parçalanarak okumuş ve derakab unutmuş idim. Lakin benim aziz kaarilerim unutmamışlar, bakınız ismi bende bile mahfuz bulunmayan bir mahviyetkar kaarim mes'eleye nasıl vaz'-ı yed eylemiş (iltifat fasıllarını sansür ediyorum ki nefsime büyüklük gelmesin):
... Fakat bu mübarek Remazanın feyzinden nasiplenememiş eşhas-ı muzırradan birinin zat-ı aliniz hakkında ileri geri hezeyanlar savurması hem beni, hem de bütün kıdemli kaarilerinizi elemlere gark eylemiştir. Bu talihsiz risalenin, mutaden takib ettiğimiz Ayvazzade Beşir Bey'in kuşesinde neşri, teessürümüzü ziyadeleştirmiştir. Aziz üstad, mezkur şahsın talihsiz cümleciklerini okurken bilseniz ne kadar hicab duydum (...) Efendim makalelerinizin fikri cihetten ne kadar münbit olduğu cümlenin malumudur. Netekim birçok memleket meselesinin üstesinden gelerek millete aydınlık ufuklar açtığınızı unutmadık (..) Esasen bu ademin gayesi, Ayvazzade'nin lutfuna mazhar olup, sizin nezih isminizi isti'mal ederek nam kazanmak olduğunu idrak olduğu aşikardır. İşbu sebeple ismimi mahfuz bırakarak bu mektuba cevap vermeyi kendime vazife addettim. Çünkü sizin cevaben yazacağınız her kelime, "Laledan" denilen şahsa, dünya vü ukba'da şöhret olarak yetip de artacaktır. En derin hörmetlerimle...
Hamiş: Mezkur şahıs size hitaben bir de gazel irad etmek cürmünü irtikab eylemiş, biz dahi aşağıdaki gazeli ana münasip gördük:
İşbu mektubu biz Sezai'ye zaaf gördük
Ve hezeyan vezninden laf-ı güzaf gördük
Şecaati üzerinde cem edüben mübarekin
Siretini "Don Quichotte" ile muvazzaf gördük
Kimya neşrederken matbuatta Hazreti Recai
Bu vadide Sezai'yi bir hayli saf gördük
Sahib-i hüsn olan hüsn-i zan eylermiş güya kim
Laledan'ı esefa biz her hüsne hilaf gördük
Başına saksı mı düşmüş deyu taaccüb edip heman
Yaran beyninde Ayvazzade'yi tuhaf gördük.
Esasen gazel bir hayli uzun fekat ben birtakım incinmelere zamin olmasın endişesiyle "şedid'ül-meal" beyitleri sansür ettim. Semt-i dildardan saydığım Üsküdar'daki furuncu esnafının Sezai Laledan nam şahsa nasıl ekmek verdiğini bir türlü anlamadımsa da mezkur şahsın evvela, benim aziz kaarilerimin bileğini bükmesi icab ettiği aşikardır.
Ağzınıza sağlık aziz kaarilerim benim!