"Tevbe mi, yazayım mı?"
Geçen perşembe günüydü. İkindi nemazını mescidde eda eyledikten ba'de çarşıda ayak sürümeğe mecalim kalmamış idi, "eve gideyim, mangalı önüme çekeyim, pencere kenarındaki mindere kurulayım; şöyle 'hörhörü' cinsinden bir kahve pişireyim, yanına bir cigara tellendirip rahmetli Cevdet Paşa'nın Tezakir'ine gömüleyim dedimdi. Tiryakisine malumdur ki kahvenin üç mertebesi vardır: İyiden bulaşık suyuna doğru, "Hörhörü, Mermeri, Serseri" diye sıralanır. Neyse efendim tam mescidden çıkar iken koluma bir el yapıştı, döndüm, baktım bizim Molla Kaasım beyefendi. Şimdi ey yarenler diyeceksiniz ki, "hoppala, kim yahu bu Molla Kaasım?". Rahmetli dedem de böyle vaziyetlerde "hoppala, Ayşecik de Fatmacık" der idi ki mealen, "Yahu nereden tanıyayım, illa tanımam gereken mühim bir şahsiyet mi oluyor?" demeye gelir bir lakırdıdır bu. Her ne ise bu Molla Kaasım'ın en mütemayiz vasıflarından birisi fakiyre karşı şahsan ziyade muhabbetle merbut bir zat olmasıdır. Sinnen benden birkaç yaş böyük olmakla beraber ilm-ü irfandan bir miktar nasibkardır. Kendisinin, "ben son Osmanlı ulemasındanım" diye şurda-burda hüviyyet ibraz ettiğini işittimse da duymazdan geldim; işte gıyabı, hörmette kusurunu görmedim lakin tek nakısesi işbu fakiyre karşı hörmet ve muhabbette fart-ı gayrete düşmesidir ki bunun için kendisini birkaç defa esaslı surette te'dip eylemiş bulunduğumu hatırlamaktayım şahsan.
"Ooo aleykümüsselam Molla, nerelerdesin, epeydir görüşmüyorduk" filan diyerekten ayak üstü hasret dağıtmaya koyulduk. "Vaay üstadım" deyu elime sarılmaya kalkıştı, vermedim tabii, musafaha ettik. Mescidin avlusundaki peykeye ilişip şundan bundan sohbete başladık. Şimdi bu ikide bir, "darbe olur mu Recai Bey, siz bilirsiniz Recai Bey, ne zaman olur Recai Bey" diye canımı sıkıp duruyor. Halbuki Molla'yı severim, bizzat lakin adam kendisini sevmeğe fursat bırakmıyor ki? Netice itibariyle darbe olmazdan beş gün evvel kendisine haber vereceğimi vaad ettikten sonra yakamı bıraktı. Akabinde bu defa "filan kitabı okudunuz mu Recai Bey, filan paneli izlemek tenezzülünde bulundunuz mu Recai Bey, feşmekan açıkoturumda falankesin filankesi nasıl bozum ettiğine muttali oldunuz mu Recai Bey?" misillu nabeca sualler... Yahu bana ne bilader; şimdi bu Molla iyidir hoşdur lakin bu adama kemalat yaşlarında bir entelektüellik merakı arız oldu buna. Başında takkesi, saysan iki elin parmaklarını geçmez adetteki köse seyrek çember sakalı, sırtında yürürken yeldire yeldire savurduğu cübbesi, Maraş işi şalvarı ve ayağına üç numara büyük geldiğini tahmin ettiğim mest-lastiki ile haline bakmaz, entel kahvelerini dolaşır, nedense hep tuhaf isimlerle neşrolunan garib entel mecmualarının kaffesine abone yazılır, panelleri, konferansları, biyenalleri bilmem neyi katiyyen sekitmez bir altı kaval üstü şeşhane tabiat!
Bir defa yazdımdı, bir gün bizim eski Polemik mecmuasında oturmuş kifaf-ı nefs ediyorum; Ser editör-i hassa (fukara bu gibi iltifatlarıma pek bayılır bizzat) Çalıkzade Musta Bey'e memleket meseleleri hakkındaki derin fikirlerimi izah ederken öte yandan da Trabzon ekmeğiyle Zile pekmezi ekl etmekteyim. Musta Bey ben konuşurken harıl harıl not tutmakta ki, akşam ziyaretine gelecek muhibbanını irşad edecek. Derken "kütt" diye Molla Kasım kapıya dayanmaz mı; hayır geldiği bir şey değil; garibim mecmua idarehanesine geldi; ama kendine bir türlü gelemiyor; selam faslından sonra başladı müzayakaya; tam söze başlayacak oluyorum, Musta Bey kaleme kağıda sarılıyor, bu derakab atılıyor.
- Recai üstadım, Wittgenstein'ı daha evvel kıraat buyurmuş muydunuz netekim?
Lahavle çekiyorum; "tamam sözüm bitsin oraya geliriz" manasına işaretler yapıyorum; anlamıyor; tam söze başlıyorum bu yine yerinde duramıyor,
- Tabii üstadım; netekim Habermas buyuruyor ki...
Allahümme sabirin.. duymamış gibi yapıyor lakırdıya devama yelteniyorum; bu yine sözümü kesiyor,
- Durun üstadım bu fikri hatırlayacağım; Thomas Kuhn muydu?
Çalıkzade Musta Bey gözümün içine bakıyor; işmar etsem Molla'yı paketleyip ikinci kattan merdivensiz indirecek lakin yakışık almaz. Diğer cihetten böyle Wittgenstein, Kuhn, Habermas filan gibi adamları bizim Molla Sokak'ta görse, "urun kafire" diye taşa sarılır; ama nereden duymuşsa duymuş, bayatlamadan getirip bize satmak derdinde.
Uzatmayalım, Zile pekmezine buladığım yarım dilim ekmeği gayet sakin bir tarzda masaya bıraktıktan sonra yavaşça ayağa kalktım; tabii ben kalkınca hazirun da (yani diğerleri de) ayağa kalkmak zorunda kaldılar. Molla'nın yakasından tuttum ve dedim ki,
- Thomas Kuhn sen gelmeden beş dakika önce telefon etti. Molla gelince haber verin onu Gemlikle Mudanya arasındaki sahil şeridinin 42. kilometresindeki okaliptus ağacının gölgesinde bekliyorum; hemen gelsin kendisine yeni paradigmalarımı anlatacağım dedi. Ben senin yerinde olsam adamı fazla bekletmezdim!
Baktım garibim Molla'nın gözleri ışıldadı, cübbesinin eteklerini toplayıp yekindi, "Bana müsaade beyler" dedi, "Üstad biraz tuhaf bir yerde randevu vermiş lakin, adamı bekletmek olmaz, bilahire görüşürüz."
Bu hadiseye dört-beş ay oluyor; o günden beridir ilk defa görüşüyoruz. Bizim Molla kalbi temiz takımından olduğu için meseleyi unutup gitmiş, şimdi yine beni entelektüel karın ağrılarıyla boğuntuya getirmekte. Yavaşça doğruldum,
- Yahu seni yaz aylarından birinde Marmara sahillerine göndermiş idim; sahi ne oldu o mesele? der demez Molla hadiseyi hatırladı, gülmeye başladı,
- İlahi Recai Bey aşkolsun, çok şakacısınız doğrusu. Meseleyi ancak Bursa otobüsünde fark ettim. Gemlik'le Mudanya arasında 42 kilometrelik mesafe yok ki. Ömürsünüz vallahi üstad...
Sonra bu defa hazır otobüse binmişken Çekirge kaplıcalarında nasıl keselenip yıkandığını tafsile koyuldu. Eh, az evvelki entelektüel davalardan daha anlaşılır şeylerdi. "Ya sabur" çektim, "Haydi bana eyvallah, akşam karanlığına kalmayım bari."
Eve geldim. Mangala köz çekip sedire kuruldum; kahve takımlarını önüme aldım. Yanına cigara mı eyi gider, nargile mi, yoksa ki pipoyu mu doldurmalı diye düşünürken yan gözle de bizim Zeman gazetesine göz gezdirmekteyim. Baktım yine gençler tütün aleyhtarı bir şeyler döşemişler. Bu Zeman'da çalışan gençler çok terbiyeli, düşünceli, kibar çocuklar lakin şu cigara aleyhtarlığında bazen kantarın topuzunu kaçırıyorlar; yahu temam siz içmeyin velakin elalemin işine niye karışırsınız bilader? Şimdi bunlar zannediyor ki biz gazatacıyız, bunları yazar-çizersek millet bizden çekinir de cigarayı terk eder; be kuzum, senelerden beridir tırafik, cinayet, yolsuzluk, hırsızlık, suiistimal davalarını dilinize doladınız da millet ıslah-ı nefis mi eyledi? Badehu bu hükümat da bir tuhaflaştı; haşa huzurdan af buyrunuz -yüzünüze gül suyu- eşeğini dövemeyen acısını palandan çıkarır misali musakkaf mekanlarda tütün içilmemesi babında emr-ü ferman çıkarmışlar; bilader gücünüz yetiyorsa "milli iradeyi amil" kılınız da takdir edelim; adam gibi bir bütçe yapın da iftiharımıza medar olsun; fakir-fukarayı sevindirecek iktisadi ıslahat yapın da şu necib milletin duasını alın; nerede?
Geçenlerde bir Amerikan cigara firmasından üç-beş kafir geldi bana: "Recai Bey bütün dünyada satışlarımız düşüyor. Ne olur cigaranın faziletleri hakkında bir makale döşenseniz de bilumum dünya lisanlarına çevirtip en muteber mecmualarda neşir etsek; te'lifini de dolar cinsinden siz takdir buyrunuz" diye yalvar yakar oldular da mangal maşasıyla koğdum herifleri. O başka bu başka bilader! Zemancı gençleri takdir ediyorum o başka, lakin kendileri bizzat dünya nimetlerinden cüda kalıyorlar deyu elaleme perhiz ettirmenin alemi yok. Ümmid ederim ki bu ikazımı ciddiye alır da aleyhte neşriyatı keserler. Aksi takdirde öyle bir makale döşenirim ki Zeman gazatasını uzaktan gören, "maaşallah burada yeni bir fabrika mı imalata geçti" diyerekten taaccübe düşerler de cümle Zeman müstahdemini bu yaştan sonra fosur fosur duhan-efşan hallere duçar olurlar.
Tevbe mi gençler; yoksa ki bir makale döşeneyim mi?