Niçün konser çekemediğimi tafsıl beyanındadır
Şimdi diyeceksiniz ki, "Yahu Recai Bey, sizin de amma garib fikirleriniz var" felan; ben şahsen kimsenin fikri hürriyetini haleldar etmek istemem; demem ki "ey kaarı-i güzin, illa ki benim gibi düşün!" Hormet, hukuka riayet, muhabbet ve edeb ayrıdır, bir kimsenin ağzından çıkanı "aman bu ne hikmettir" deyu yere göğe sığdırmaz edip irade ve temyiz melekesini hacir altına almak temamen başka bir şey. İşte bu nokta-i nazardan ey azizler, kimseye numune teşkil eylemek istemem; vebali vardır. Vakıa ben aksi, her endazeye gelmez, biraz sedid'ül mizaç bir adamım; siz bundan bir miktar "geçimsiz" tabiatlı olduğumu da istihraç edebilirsiniz. Öyle olmasa idi bu yaşta bir kukumav kuşu gibi iki katlı bir ahşap berhanede, bir nevi hane-berdüs temekkün eder mi idim? Vaktile ne elçi-i kebir kerimeleri, ne paşa kızlarının minik yürecikleri "aceba Recai Bey dest-i izdivacıma talib olacak mıdır?" diye çırpınmış idi de gahı gurur, gahı tecribesizlik sebebiyle onca genç hanımın gönlünü şikest eylemiş idim. Bu bahis, bir yare-i hicrandır ey kaarı; ne sen sor, ne ben söyleyim. İnşaallah bir vakit keyfim olursa sizlere anlatırım da ibretle kıraat eylersiniz. Bugün ben size bir başka mühim mes'eleden bahis açacaktım lakin, bakınız laf nerelere geldi netekim: Bahusus hala ara-sıra "Yahu Recai, şimdi hanım-hanımcık bir zevcin olsa idi, sen eve gelince kapını açıp içeri buyur etse idi; yağlıdan-yavandan Mevla ne rizik nasip ettiyse sıniye koyup getirse idiydi de, şöyle iki çift tatlı kelam ederek geçinip gitse idin kötü mü olurdu mesela" diye yüreciğim sızlıyor. Bilhassa yatsıdan sonra mangalda kahve pişirip tek başıma höpürdetmek neyse fekat, cezve, fincan bulaşıklarını yıkamak ağırıma gitmiyor değildir ey azizler.
Bakınız netekim hala esas mevzua temas edemedim; "sedid'ül mizaç" tabiatımdan bahsediyor idim. Şimdi, vakitlardan Ednan Bey'in devr-i iktidarı olsa gerektir: Bir ahbabın tazyiki ile rahmetli Mesut Cemil Bey'in idare ettiği bir konsere gitmek gafletinde bulundumdu. Saz başladı; baktım şazendeler önde, hanedenler arkada kemal-i vekarla dizilmişler, hey'ete nazır merkez muhacim bir mevkiide Mesud Bey bir kerevetin üstüne çıktı, başladı hey'eti idare etmeğe. Geçmiş gün ne icra ettiklerini pek derhatır edemiyorum lakin pek tuhaf bir vaziyet idi; imdi malumdur ki bizim musikimiz tabiat itibariyle tek ses esası üzerine bina olunmuştur. Bu demektir ki bütün hanende ve şazendelerin önündeki sehpada bulunan nota kağıdı, birbirinin aynı "partition"ları havidir. Hal öyle olunca bunların hepsi aynı usul ve seyir üzre meşk ederler; bu münasebetle birinin "maestro" sıfatıyla taburenin üstüne tüneyip saz hey'etini idareye kalkışmasının manası yoktur. Netekim işbu hal lokomotifin makinist mevkiine direksiyon simidi taktirmaya benzer bahusus.
Her ne ise Mesud Cemil Bey el kol hareketleriyle meske başlayınca benim canım sıkıldı; kalkıp gideceğim lakin hem Mesud Bey'e, hem dinleyicilere karşı nezaketsizlik olacak. Mesud Bey, kültürlü ve hamüleli bir adamdı. Babası merhum Cemil Bey için kaleme aldığı kitap bir Türkçe şaheseridir; üstelik Mesud Bey lisanımızı da fevkalada latif telaffuz ederdi lakin her biri meşk ettiği esere sular-seller gibi hakim onca hanende ve şazendenin karşısına geçip koral icraata tenezzül eylemesi az garabet değildi. Halbuki "maestro", polifonik tabiatlı Batı musikisi içün elzem bir müessesedir, çünkü bu musikide gerek insan sesleri, gerek saz grupları hakim perdelere göre tefrik olunmuşlardır; filvaki farklı perdelerden icra-yı ahenk ettikleri ve farklı "partition"lar okudukları içün bir şef tarafından idare olunmaları elzemdir (malumatın kesafetine dikkat olunuyor mu ey kaarı?) İmdi bu Mesud Bey'in yaptığı fuzuli bir gayretkeşlik idi ve zannimça "Batı'da koro var, bizde de olsun; devlet erkanı dahi Türk musikisinin koral icraata müsait olduğunu görsünler." demeye geliyordu.
İşte o günden beridir bizde elli-altmış kişilik hey'etin ağız ağıza verip aynı nağmeyi çığrişması sınırıme dokanıyor. Bunlara anlatamadık ki bizim an'anevi musikimiz insan sesi itibariyle tek kişi tarafından icra olunduğunda hakiki lezzetini gösterir; bu nokta çok mühim arkadaşlar! Üstelik icra esnasında makamların "yerinden" tasarrufu gerekir. İmdi bazı kaarilerim diyecek ki, "yerinden ne demek Recai Bey?" Efendim, bakınız sinirlenmeden, sakin sakin izah ediyorum: Mesela nihavend makamı rasttan gerdaniye perdesine kadar seyir gösterir değil mi? Lakin bu perdeler alelade hanendeleri biraz zorladığı için makamı iki-üç ses daha pest perdeye nakleylemek şimdi moda oldu. Esefle işaret edeyim ki bu sakat usülün asıl mebdei TeReTe müessesesi olmuştur.
"Solistlerimize yerinden okumak zor geliyor." diyerekten bunlar perde göçürmeyi zenaat edindiler. İmdi diyeceksiniz ki, "Aman Recai Bey, elalem deveyi hamudu ile göçürüyor; bunlar iki perde göçürseler ne olur?" Tabiiy ne kadar konsere gitse de bu kabil incelikleri mesela Sezai Bey'in takdir edebileceğini zannetmem; ne olacak aziz kaarilerim; bir makam yerinden icra edilmezse makamın ruhu zedelenir. Hele aynı eser, bir de koro tarafından seslendirilir ise ortaya berbad, insana uykuyu tedai ettiren mizmiz bir biteviye ahenk çıkar.
Merhum Mesud Cemil Bey'in bir taksiri de saz heyetinden usul aletlerini ref etmesi olmuştu. Güya, "Ben burda bostancı korkuluğu muyum yahu, işte netekim usulü elimle gösteriyorum." vehmiyle kudum, daire, bendir vesair vurmalı çalgılara garez ettiler. Duydum ki Mesud Bey'in bu fena adetini, halefi mevkiindeki zat da aynen devam ettirir imiş. Bir keresinde yanılıp-şaşıp bu zatın idare ettiği konsere radyodan kulak misafiri oldum idi. Güya Dede Efendi merhumun Ferahfeza makaamında tertib ettiği "Ey kaaş-ı kemaan, tır-ı müjen caanıma gecdi" bestesini okuyorlar; geçiniz efendim geçiniz; aslını bilip dinlemeyenler de der ki, "Bu bizim eski musiki ne menem seymiş, billah bizar olduk." Halbuki efendim mesela ben aynı eseri rahmetli İbnülemin Mahmud Kemal Bey'in Mercan'daki konağında içtima olunan meşk meclislerinden birinde vaktiyle icra etmiş idim de İbnülemin Bey, "Ahsente, fevkalade Recai Bey evladım; Dede'nin ruhunu şad ettin, biz dahi saduman olduk." diyerekten takdirlerini belirtmiş idi. İşbu faslın bütün şahitleri bugün Hakk'in rahmetine intikal etmiş bulunuyorlar. O sıralar Alaeddin Bey (Yavaşça) de konağa gelir giderdi lakin zannimça o gün belki bir maruzatına binaen namevcud idi. Onun içün şimdi Sezai Bey netekim diyecek ki, "Nereden belli efendim; bütün şahitler ahıret yurduna göçmüşler." Tabiiy kendilerini ikna içün şahşan ben kendimi pareleyecek değilimdir ey azizler. Biz bu işi vaktiyle hususi saz ve söz meclislerinde temamen hasbi bir gayretle kulaktan talim etmişizdir. Netekim o gün İbnülemin Bey, takdir-tebcil faslından sonra meclistekileri kırdı geçirdi idi; "Niçün bu delikanlıya daha evvel dikkat etmediniz; asr-ı hazırın en büyük mügannisiyle tesadüfen mi mülaki olacaktık efendiler; bu ne gaflettir?" Derakab bana teveccühen sualler sorup, aslımı-neslimi istifsar etti idi. Hatta o kadar ki, hiç beste yapmamış olmama rağmen şu fakiri, "Hoş Sada" ünvanlı muhalled eserine bile idhal edecekti lakin ben, ertesi gün içün benden istediği terceme-i hal varakasını götürmekten kasden imtina ettiğim içün ölmadı. E, tabii biz haddimizi bilen bir nesildik canım.
İmdi ben işbu nokta-i nazardan konsere gitmem ey azizler; diyeceksiniz ki "Her konser bir mi Recai Bey?" Orasını bilmem; ben ki vaktiyle Hafız Sami Efendi'yi şu kulakcağızımla bizzat dinlemiş, İbnülemin Bey'in takdirine mazhar olmuş, Kadı Fuad Bey'le tanbur, Nevres Bey'le ud lisanından sohbette bulunmuş bir ademim. Evvel-emirde ortalıkta müganni kalmadı, sağda-solda birkaç iyi saz sanatkarı var lakin ben anları ferden ferda dinlemek ve öyle telezzüz etmek isterim. Konsere tehammülüm yoktur.
Ara sıra canım musiki çektikçe ya emekdar giramofonuma Hafız Sami, Safiye Hanım gibi her asırda birkaç tane yetişen nadidelerin karasakız plaklarını koyuyorum; bazen ona dahi üşenince çar na çar bizzat kendim terennüm ederek geçmiş zemanların ruhuna nüfuz eyliyorum. Vakıa çok konser davetiyenamesi geliyor, sağolsunlar lakin ben kendi musiki zevk ve nokta-i nazarımı bu sinnden sonra izmihlal ettirmem ey azizler.
Konserlere Sezai Bey buyursun devam etsin; bir şey anlamasa da "fuaye"de Beşir Bey gibi cidden takdir ettiğim genç muharrirleri ifsad edip, arabasına rakib olarak kendini ta Üsküdarlara taşıtmak vesilesi bulmuş olur.
Üsküdar'a bu taraftan taksi kaç lira yazıyor, netekim haberin var mı saba?