Taşkın Bey'in üst damak protezi nasıl "mevzi" değiştirdi?
Haftalık mutfak nev-alesini ikmal içün sebze haline uğradımdı. Tam o esnada öğle nemazının vakti erişince fileyi emanet bırakmak içün bizim Tesbihçi Rıfat Usta'nın dükkanını münasip buldum. Kısa yoldan selam verip camie savuşacağım anda içerdeki sedirde yaşı geçkince, sık kıyafetli, ben emsal bir zatın oturduğunu fark ettim. Niye yalan söylemeli, "yetmişinden sonra tesbih biriktirmeye başlayan variyetli bir kişi olsa gerek" diye düşündüm. Malumdur ki antika meraklıları arasında tesbih düşkünleri de çıkıyor. Ele güne karşı, "zinhar yanlış anlamayınız, bahusus zikre matuf değil fekat aşar-ı atika kıymetini haiz olduğu için tesbihle elakadar oluyorum; üstelik stresi def eylemekte fevkalade nafi bir el alışkanlığıdır, oyalanıyoruz işte" felan diyerek adeta özür dileyenleri de var. Vakıa, "bu da o takımdan olsa gerek" diye düşünüp adamın vebalini almış idim. Çıkarken Rıfat,
-Dönüşte uğrayacaksınız değil mi Recai Bey? diye ikazda bulununca mesele az-biraz tavazzuh etti. Zira bizim Rıfat öyle kolay kolay hakkını vermeyecek eshaşa tesbih satmaz; belli ki bu tesbihlik bir vaziyet değil; işin içinde başka iş var.
Cami dönüşü, köşedeki kuruyemişçiden iki yüz elli giram kavrulmuş kırık leblebi satın alıp dükkanın yolunu tuttum. Biz Rıfat'la sohbet arasında kavrulmuş kırık leblebi atıştırmayı pek severiz. Vakta ki bir kısım akranım muharrirler hala Malatya pestilinin arasına badem, ceviz yatırıp durum ederek kifaf-i nefs ile telef olmaktan telezzüz ediyorlardır; fekat bizzat ben, çocukluk vaktindan beri kırık leblebinin lezzetini başkaca yemişlerde bulamayanlar takımına dahilimdir bizzat. Neyse uzatmayalım, "Selamünaleyküm" deyip dükkana dahil oldum. Dipdeki sedirde oturan yaşlı ve sık zat kemal-i hürmetle ayağa kalktı; müsafaha edip oturduk. Rıfat o esnada müşteri ile meşguldü, işi bitince yanımıza gelip kısa bir prezantasyon yaptı; mezkur zatın ismi Taşkın Bey imiş, hariciye mütekaidininden imiş, vaktiyle me'buslukta da bulunmuşmuş, el'an yevmi bir gazatada muharrirlik ile iştigal eder imiş. Ne vakittan beridir bizzat benimle tanışıp rü be rü görüşmek istermiş.
Baktım, titizlik derecesinde temiz ve sık telebbüse riayetkar bir adam; sinnen yetmiş civarında lakin matruş. Nezaket lafızları teatisinden ba'de Rıfat Usta mavi Çin işi porselen kaselere koyduğu kırık leblebileri getirdi. Taşkın Bey'e dikkat ettim; şu ikramdan dolayı izzet-i nefsi rencide olmuş da belli etmek istemezmiş gibi nezaket kadifesine büründürdüğü bir kibarlıkla,
-Eksik olmayınız efendim, bendenize dokunuyor, der demez adama notumu verdim. O dahi, aynı diplomatik nezaket lisanıyla müsaade isteyip söze başladı: Meğer bunlar bizim Sezai nam akil -ber-düş ile Pertevniyal Lisesi'nden beri arkadaş imişler; Sezai Bey yedinci sınıftan sekize terfi edeceği sene, şu anda alenen tahririnde mahzur gördüğüm birtakım sen'i ef'alde bulunmak ithamıyla disiplin cezasına uğrayıp mektepten tardedilmiş olmakla beraber Taşkın Bey'le muarefelerinde berdevam imişler. Tabii bu söylentilerin aslını-faslını bilmem; durduk yerde Sezai Bey'e -her ne kadar hazetmesem de- bühtandan içtinab eylerim bilakis; eğer münasip görürse işin Sezai Bey'i tazammun eden faslını nasılsa kendinden öğreniriz. Her ne ise Taşkın Bey lafı dondurup dolaştırıp kadim ahbabı Sezai Bey'in iki hafta evvel deşifre eylediğim makalesine getirdi.
-E, ne olmuş diyecek oldum. Taşkın Bey çeşte çeşte kibarlık libaşını sıyırıp hararetle konuşmaya koyuldu. Efendim, adamcağızın yazdıklarıyla niçin maytap geçiyormuşum da, ne kadar esaslı fikirler imiş de, esasen bu memleket bu yüzden terakki edemiyormuş da felan de fıstık da... Yan gözle Rıfat'a baktım. Vitrinden dışarı seyreder gibi görünüyor lakin benimle göz göze gelmekten de dikkatle sarf-i nazar ediyor. Hayır bilader, adam döğüşken Hint horozu gibi, maraza çıkarmaya vesile arıyor; musait bir mahalde bulunsak ben ne yapacağımı bilirim lakin usulile erkanile gelmiş, bir saatten beri bizzat beni beklemekte; kalkıp gitsem ayıp, oturup dinlesem ziyan; cevap versem nefesime yazık.
"Bakınız Recai beyefendi" diyor, "Biz tek parti devrinin kıymetini bilemedik; İkinci Cihan Harbi'ni demokrat cephe kazandı diye sonradan görmeler gibi ne oldum delisi olduk. Rey pusulası ile ikametgah ilmuhaberini birbirinden tefrik edemeyen cahil takımı kendinde bir varlık görmeye başladı. Mis gibi tek parti rejimini zorla ifsad ettiler. Halbuki daha laakal elli sene müddetle bu mübarek rejimin temadiyeti gerekirdi. Anlayan anlamayan herkes devlet işlerine müdahil olmaya başladı. Mesela buyrunuz matbuat hayatımızı görüyorsunuz; malumunuzdur yarım asır evvel bütün matbuat tam bir vazife şuuru ile aynı telden ses verir, idarenin mahzur gördüğü meselelerde parti siyasetinden inhiraf etmezler idi. İstirham ederim bakınız, babalarının cep harçlığını denkleştiren lise talebeleri bile kendilerinde cesaret bulup ali memleket davaları hakkında alenen tenkidatta bulunan mecmualar neşrediyorlar. Birinin ak dediğini diğeri tekzib ediyor..."
Ben tabii samiin sıfatıyla meskut, oturduğum yerden Tasdikçıbaşı Mehmet Efendi postundan "devam ediniz, sizi dinliyorum" mealinde mimikler gönderiyorum. Taşkın Bey nasıl sevke gelmiş olacak ki, kruvaze ceketinin düğmelerini faryap edüben "rahat oturus"a geçerek el kol hareketleri ile kursağındakileri ifsaya devam ediyor:
"Yetmiş kusur rektörümüz bilmiyor da siz mi biliyorsunuz yahu? Bunlar devlet idaresi ni çocuk oyuncağı mı sanıyorlar Recai Beyefendi? Nedir o nümayişler, köşede bucakta çarşaf çarşaf aleyhtar makaleler, manşetler filan; bir düşününüz efendim; koca tek parti devrinde bir tek muzır ve aleyhtar nümayıs görülmüş mü? Tedkik buyurup da ibret alsınlar; bir tek talebe hadisesi, grev vuku bulmuş mu? Olmaz efendim, niycun olmaz, çünkü o devir, milletin çocukluk devri; istirham ederim efendim, sütten kesilmemiş çocuğu leblebi ile beslemek reva mıdır?"
Hiddetten bıyıklarım dikilmiş olmalı ki Taşkın Bey kırdığı potu hemen fark etti, matruş yanaklarındaki kılcal damarlara kan yürüdü, "yani söz temsili olarak bahsediyorum efendim, netekim bakınız el'an milletçe hazımsızlıktan muzdaribiz. O nokta-i nazardan Sezai Bey'in makalesini fevkalade isabetli buluyorum. Demokrasi felan iyidir hoştur lakin henüz vakt-i merhunu tamam olmamıştır efendim. İdare-i hazıramız, bakınız gaayet yumuşak bir formülle ise vaziyed ediyor idi; hem sureta demokrasi, hürriyet felan gibi müesseseler ayakta tutuluyor fekat esasında siyasi rejim itibariyle tek parti devr-i mes'udunda olduğu gibi gereken ifa ediliyor idi. Bize de lazım olan işte tam bu ahenk ve minval üzre sisi ve kebabı yakmadan bir elli sene daha dayanmak idi."
Araya girmek lüzumunu hissettim;
"Hala öyle değil mi Taşkın Bey, ben farkında olmadan siyasi hayatımızda mühim bir tebeddulat mı vuku buldu aceba?"
"Başvekilin beyanatını duymadınız mı Recai Bey; yine bir çuval incir berbad oldu. Matbuatta mevzilenmiş ne kadar mürteci, komünist mevcud ise cesaret bularak ali müesseseleri alenen tenkide başladılar..."
İçimden, "sabret Recai, sabrın sonu selamet" diyorum lakin nisbeten ev sahibi mevkiinde bulunmaklığım elimi kolumu bağlıyor. Rıfat vaziyeti fehmettiği için resmen dükkanın önüne çıkmış, vitrin camlarını silmek bahanesiyle hem beni tarassut ediyor, hem de kış kış gülüyor. Taşkın Beyefendi'ye gelince 56'lik buharlı lokomotifler gibi nokta yerine ateş, virgül niyetine istim püskürterekten ortalığı toza dumana boğup cuflamakta ki nasıl.
-Taşkın Beyefendi bir dakikanızı istirham edebilir miyim?
-Buyrunuz Recai Bey,
Bunları bana niçün tafsıl ettiğinizi sual etsem ayıplar mısınız aceba?
Muhatabım bir an tereddüd geçirdi,
-Ee, siz zeki ve etkili bir insansınız. Recai Bey; makalelerinizin beynelmilel entelijansıya tarafından hararetle takib olunmaktan başka diplomatik muhitlerde bile fevkalade müsbet tesirler uyandırdığını yakınen bilmekteyim. Memleketimizin, hususen önümüzdeki günlerde sizin gibi, benim gibi akıl, tecribeli, yekta, görmüş-geçirmiş zevattan hizmet beklemesi kuvvetle muhtemeldir...
-Evet...
Taşkın Bey ellerini dizinin üstünde kenetleyip, kulağıma doğru eğildi,
-Daha sarıh konuşmakta samimiyetiniz ve ketumiyetinize binaen mahzur görmüyorum; bakınız, siyasi vaziyet hızla yeni bir buhrana doğru seyretmektedir...
-Öyle görünüyor gibi...
-Siyasi fırkaların hali malum; en güvendiklerimiz bile daha şimdiden post kavgasına düşüp, hükümet olma sebeplerini unuttular; muhalefet ise kaale almaya dahi değmez. Peki, koca memleket hükümetsiz mi kalacak?
-Eyy n'olacak?
-Olacağı şu; bahar aylarında mesela sizin, benim gibi emin, "yekta", vatanperver ve bahusus devlet idare etmenin mes'uliyetini haiz uzman şahsiyetlerden müteşekkil bir kabinenin teşkili düşünülmektedir. Sizden sır çıkmaz, bendeniz bu kabinenin ön hazırlıklarını ikmal ile muvazzaf bulunuyorum el'an. Eğer son zamanlardaki gazete yazılarımı takiyb edebildi iseniz daha açık konuşmama lüzum yok demektir.
-Affedersiniz, Zeman haricinde gazata tedkikine fürsatım olmuyor, tam olarak benden ne beklediğinizi söyleyebilir misiniz şahşan?
-Daha açığı şu Recai Beyciğim; Başvekillik makamı hariç tutulmak kaydıyla kabinede veya erkan-ı devlette hangi vazifeyi münasip görürseniz, emrinize müheyya biliniz efendim. Tabii, bu günden tezi yok. (Sırıtarak) bu fikirden yana tavır gösterip, makalelerinizle desteklemek kaydıyla efendim.
-Yaa, öyle mi?
Taşkın Bey kendinden emin ve mutebessim bir haletle arkasına yaslandı,
-Aynen öyle Recai Bey!
"Aynen öyle" olmadığını fark ettiğinde Taşkın Bey'in parlak rugan papuçlarının sol teki ile takma dişlerinin üst damak protezi Rıfat'ın dükkanında yerde dururken, kendisi taksi durağı cıvarlarında bir yerlerde olmalıydı netekim. Bilahire Rıfat "kargo" marifetiyle arkadaşın demirbaşlarını adresine iade etmiş.
Aynen öyle oldu ey azizler!